Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Barış Pınarı Harekâtı, kuzey Suriye’de terör devleti kurma hedeflerini ortadan kaldırmıştır

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Barış Pınarı Harekâtı, kuzey Suriye’de terör devleti kurma hedeflerini ortadan kaldırmıştır

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin yaptığı açıklamada, “Barış Pınarı Harekâtı özellikle kuzey Suriye’de, kuzeydoğu Suriye’de, sınırımızın hemen güneyinde bir terör koridoru, hatta bir terör devleti kurmayı hedefleyen amaçları ortadan büyük oranda kaldırmıştır. Ve bu terör koridoruna çok ciddi bir darbe vurulmuştur” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin düzenlediği basın toplantısında, gündemdeki gelişmelere ve toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulundu ve basın mensuplarının sorularını cevapladı.

“ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇ BÜYÜK ZORLUKLARLA BERABER ÖNEMLİ FIRSATLARI DA İÇERMEKTEDİR”

Kamuoyu ile canlı olarak paylaşılan toplantıda, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın şunları söyledi:  “Öncelikle bugünkü Kabine’de Sayın Cumhurbaşkanımız takdim konuşmasında Barış Pınarı Harekâtı başta olmak üzere ülkemizi de ilgilendiren bölgesel gelişmeleri detaylı bir şekilde ele aldılar. Özellikle hem sahada hem masada yürütülen başarılı diplomasi sayesinde elde ettiğimiz neticelerin Türkiye’nin güvenliği ve bölgenin istikrarı açısından büyük önem arz ettiğinin altını kendileri özellikle çizdiler. Bundan sonra da tabii önümüzdeki süreç büyük zorluklarla beraber önemli fırsatları da içermektedir.

Dolayısıyla Barış Pınarı Harekâtı’nın sağladığı imkân ve fırsatlar çerçevesinde çalışmalarımızı yoğun bir şekilde devam edeceğiz, çünkü Suriye dosyası karmaşık büyük bir dosya. Şu ana kadar teröristlerden temizlediğimiz bölgenin genişliği düşünüldüğünde, bu hem ülkemizin sınır güvenliği hem de Suriye tarafında yaşayan insanların istikrarı ve güvenliği açısından önem arz ediyor.  Ama gerek siyasi sürecin ilerletilmesi gerek Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarını devam ettirmesi gerekse Suriye’de meşru demokratik kuşatıcı bir yönetimin iş başına gelmesi için seçimlerin yapılması noktasında önümüzde tabii daha yapılacak çok şey var.

“SURİYE ÜZERİNDE OYNANAN OYUNLARIN DEVAM ETTİĞİNİN FARKINDAYIZ”

Ayrıca, terörle mücadelenin sadece noktasal bir süreç olmadığını, devam edegelen bir süreç olduğunun da altını çizmek isteriz. Barış Pınarı Harekâtı özellikle kuzey Suriye’de, kuzeydoğu Suriye’de, sınırımızın hemen güneyinde bir terör koridoru, hatta bir terör devleti kurmayı hedefleyen amaçları ortadan büyük oranda kaldırmıştır. Ve bu terör koridoruna çok ciddi bir darbe vurulmuştur. Ama teyakkuz hâlimiz devam etmektedir, zira teröristlerin niyetlerinden, eylemlerinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini biliyoruz. Suriye üzerinde oynanan oyunların da devam ettiğinin farkındayız. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımız özellikle bu noktalara da dikkat çekmek suretiyle, bundan sonraki askerî, istihbari ve diplomatik çalışmalarımıza ara vermeden yoğun bir şekilde devam edeceğimizi ifade etmiştir.

“TEL ABYAD VE RASULAYN ARASINDA YAKLAŞIK 145 KİLOMETRELİK ALAN TERÖR UNSURLARINDAN TEMİZLENDİ”

Çeşitli bakanlıklarımızın bugün sunumları oldu, yoğun bir gündemi var bugün Kabine Toplantısı’nın. Adalet Bakanlığımızın özellikle hukuk davalarının hızlanması ve yargıya güvenin arttırılması konusunda yaptığı reform çalışmasının mevcut hâli taslak hâlinde Kabine ile paylaşıldı. Bununla ilgili Adalet Bakanlığımızın çalışması devam edecek. Bildiğiniz gibi daha önce yargı reformu stratejisi olarak ortaya konan belge ve uygulamalar gerçekten Türkiye’de hukuk sisteminin daha etkin bir şekilde işlemesi yönünde önemli reformları ihtiva etmekteydi, bunun devamı mahiyetinde özellikle çok uzayan davaların hızlandırılması ve bu noktada da vatandaşın yargıya olan güveninin arttırılması noktasındaki hazırladıkları tasladığı Sayın Adalet Bakanımız Kabine ile paylaştılar.

Güvenlik başlığı altında Millî Savunma Bakanlığımızın, İçişleri Bakanlığımızın ve İstihbarat Teşkilatı Başkanlığımızın sunumları oldu, bunlar da özellikle Suriye merkezli olmak üzere, ama Irak ve diğer bölgelerdeki terörle mücadele konularına yoğunlaştılar.

Dışişleri Bakanımızın da bir sunumu oldu, özellikle Barış Pınarı Harekâtı ve sonrasında, şu anda da hâlâ devam eden diplomatik süreçlerle ilgili Kabine’yi bilgilendirdiler. Ayrıca Gençlik ve Spor Bakanlığımızın, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın, Tarım ve Orman Bakanlığımızın da birer sunumu bugün Kabine’nin gündemindedir.

Tabii Barış Pınarı Harekâtı sadece bizi ve bölgemizi değil, dünya siyasetini de doğrudan ilgilendiren bir konu olması hasebiyle önemini hâlâ koruyor. Bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız bu harekâtını iki başlık hâlinde özetlemiş idi. Birincisi, sınırlarımızı terör unsurlarından tamamen temizlemek. İkincisi de mültecilerin evlerine gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde dönmelerini sağlayacak şartları oluşturmak. Bunun ilk aşaması büyük oranda gerçekleşmiş durumda, Tel Abyad ve Rasulayn arasında yaklaşık 145 kilometrelik alan 30 kilometre derinliğine terör örgütlerinden, unsurlarından temizlenmiş bulunuyor. Tabii sınırda, özellikle güneyde YPG terör örgütünün çıkmayı ret ettiği yerlerde zaman zaman birtakım hadiselerin yaşandığını, saldırıların olduğunu biliyoruz.

“PROVOKASYONLARA KARŞI TEYAKKUZ HÂLİNDE OLMAYA DEVAM EDİYORUZ”

Bugün de bir şehidimiz var bildiğiniz gibi, gene Barış Pınarı Harekâtı harekât bölgesinde el yapımı bir patlayıcının patlatılması sonucunda bir uzman çavuşumuz bugün şehit oldu. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine ve hepinize başsağlığı diliyorum.

Bu tür provokasyonlara karşı, tabii tuzaklara karşı da biz teyakkuz hâlinde olmaya devam ediyoruz. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri bulundukları bölgelerde sivillerin zarar görmemesi, herhangi bir insani krizin yaşanmaması ve bu tür saldırıların önlenmesi için de gece gündüz cansiperane bir şekilde mücadeleye devam ediyorlar, ama bu terör unsurlarının kalleş yüzü her seferinde tekrar tekrar ortaya çıkmakta. Nitekim evvelsi gün Tel Abyad’da YPG’nin yaptığı, pazar yerinde gerçekleştirdiği saldırı da bu terör örgütünün gerçek yüzünü bir kez daha ortaya çıkartmış bulunmaktadır. Fakat buna rağmen terör örgütünün kara propaganda yapmak suretiyle ülkemiz aleyhine birtakım faaliyetlere devam ettiğini de görüyoruz. Bizim için tabii hayretimiz, Batılı ülkelerin terör örgütünün propagandasına bu kadar kulak vermeleri, inanmaları, kanmaları. Belki de cümleyi tersinden kurmak lazım, belki de hayret etmemek lazım. Kendi besledikleri, destekledikleri terör unsurları mevzide, sahada alan kaybettikçe, darbe yedikçe kendilerinin öfkesinin, tepkisinin, paniğinin arttığını da görüyoruz. Barış Pınarı Harekâtı’na verilen tepkilerin dozunun da doğrudan bu duyulan rahatsızlıkla ilgili olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Zira son 15-20 gün içerisinde yaşanan hadiseler bu gözlememizi de teyit etmektedir. Örneğin sivillerin katledildiği, Kürtlerin hedef alındığı, özellikle Hıristiyan azınlığın Türk Silahlı Kuvvetleri yahut onların desteklediği birimler tarafından taciz edildiği, kaçırıldığı yahut öldürüldüğü yönünde propagandanın hâlâ devam ettiğini ve belli çevrelerde de etkili olduğunu görmeye devam ediyoruz. Özellikle Tel Tamir Kasabasıyla ilgili son günlerde birtakım haberlerin yapıldığını, aslı astarı olmayan iddiaların ortaya atıldığını görüyoruz.

Şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum: Tel Tamir Kasabası bizim harekât alanımızın dışındadır, burası YPG’nin kontrolü altında olan bir bölgedir. Normalde burada bir çatışma olmaması gerekirken, buraya YPG’nin mevzilenme, konuşlanmak suretiyle hem bizim askerlerimizi hem de Suriye Millî Ordusu’na taciz atışları yaptığını askerlerimiz ve istihbarat birimlerimiz tespit etmiş bulunuyorlar. Bu saldırıların amacı, bir karşı mukabeleyi harekete geçirmek. Bu saldırılar neticesinde bizim cevap vermemiz, bunun neticesinde de bütün dünyaya, bakın, Türkler ve onların desteklediği milis güçler, Suriye Millî Ordusu oradaki Hıristiyan azınlığı hedef alıyor diye bir propaganda oyunu oynamaya çalışıyorlar. Biz bu oyunu gördüğümüz için gerek Amerikalılara gerek diğer ilgili muhataplara bu konuyu bütün detaylarıyla anlatmış bulunuyoruz. Kiliseleri dâhi kullanarak yer yer bu atışların yapıldığını ve bir tahrik unsuru olarak kullanıldığını ifade etmek istiyorum.

“KARA PROPAGANDA FAALİYETLERİNE KARŞI HERKESİN ÇOK DİKKATLİ OLMASI GEREKİYOR”

Biz Türkiye olarak hem kendi toplarımızda hem bölgedeki bütün azınlıkların, gayrimüslim azınlıkların veya diğer etnik grupların can ve mal güvenliği konusunda en büyük hassasiyeti gösterdik. Bundan sonra da göstermeye devam edeceğiz. Barış Pınarı Harekâtı’nın başarısını gölgelemeye yönelik bu tür kara propaganda faaliyetlerine karşı herkesin çok dikkatli olması gerekiyor.

Burada tabii terör örgütüyle mücadelemiz devam edecek dedim, bunun Barış Pınarı Harekâtı’nın ikinci hedefi olarak mültecilerin evlerine gönüllü bir şekilde dönmelerini sağlayacak çalışmaların yapılması da önem arz ediyor. Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımız Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada bir eylem planını zaten paylaşmıştı, şimdi bunun detayları daha da net bir şekilde çalışılıyor. Nitekim Cuma günü Sayın Cumhurbaşkanımız BM Genel Sekreteri’ni kabulünde Sayın Guterres’le yaptığı görüşmede de bu konuyu tekrar gündeme getirdi. BM sistemi içerisinde, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin bu konuda bir çalışma yapması için de süreç başlamış bulunuyor. Biz mültecilerin güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geldikleri yerlere dönmelerini sağlayacak Birleşmiş Milletler çatısını zaten prensip olarak kabul etmiş bir ülkeyiz. Burada uluslararası aktörlerin sorumluluk alması ve külfet paylaşımını hayata geçirmesi büyük önem arz ediyor. Mülteci meselesi sadece Türkiye’nin meselesi değil. DEAŞ’la mücadele, diğer terör örgütleriyle mücadele sadece Türkiye’nin meselesi değil. Küresel bir kriz hâline gelen mülteci meselesinin aynı zamanda küresel bir iş birliğini icbar ettiği de izahtan varestedir. Dolayısıyla burada Türkiye’ye dönük bu tür eleştirileri dile getiren ülkelerin öncelikle külfet paylaşımı konusunda ne yapacaklarına dair bir açık, net kafalarındaki fikirleri paylaşmaları isabetli olacaktır. Biz Türkiye olarak bu çalışmanın hayata geçirilmesi için de çalışmalarımızı yoğun bir şekilde devam ettireceğiz.

“SURİYE HALKININ İRADESİNİ ÖZGÜR BİR ŞEKİLDE SANDIĞA YANSITMASI BÜYÜK ÖNEM ARZ EDİYOR”

Suriye dosyasının karmaşık bir dosya olduğunu söyledim, özellikle Anayasa Komitesi’nin geçtiğimiz ayın sonunda, yani geçen hafta toplanmış olması memnuniyet verici bir adımdır. Orada iki tane önemli belge kabul edildi; birisi davranış kuralları, ikinci de bundan sonraki çalışmaların usul ve esaslarıyla ilgili iki belge hem muhalefetin hem de rejimin temsilcileri tarafından kabul edildi. Bu memnuniyet verici bir gelişme. Anayasa Komitesi’nin ya da Komisyonu’nun çalışmalarının bundan sonraki işleyişiyle ilgili önemli bir adım olduğunu, bir aşamanın kat edildiğini ifade edebilirim. Ama burada da tabii gene Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olan 2254 sayılı karar çerçevesinde bu çalışmanın yürütülmesi çok büyük önem arz ediyor. Mevcut anayasanın tadil edilmesi yahut yeni bir anayasanın yazılması şeklinde bu çalışmanın da tamamlanması biz arzu ediyoruz, destekliyoruz. Aktif olarak da bu çalışmaya zaten iştirak ediyoruz.

Burada tabii bir diğer önemli konu da, bu çalışmaya paralel olarak siyasi süreci ilerletecek seçimlerin yapılması, bu da son derece önemli bir nokta. Bu da BM 2254 nolu kararda zaten ifade edilmiş, karara bağlanmış bir konudur. Çatışmalardan, göçten, terörle mücadeleden dolayı zaman zaman bu büyük fotoğrafı gözden kaçırdığımız oluyor. Bunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Suriye’de demokratik meşruiyeti olan, kuşatıcı, şeffaf bir yönetimin iş başına gelmesi için de mutlak surette Suriye halkının özgür bir şekilde iradesini sandığa yansıtması büyük önem arz ediyor. Bu hususun da altını bir kez daha çizmek istiyorum.

“TÜRKİYE, AYNI ANDA ÜÇ TERÖR ÖRGÜTÜNE KARŞI MÜCADELE EDEN TEK NATO ÜYESİ ÜLKEDİR”

Tabii terörle mücadelede konusunu demin de ifade ettim. Bakanlar Kurulu’nda da bu konu detaylı bir şekilde gündeme geldi. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımız da dünyada farklı ülkelerin terörle mücadele konusunda uyguladığı çifte standardın doğurduğu sorunlara dikkat çekti. Bildiğiniz gibi zaman zaman çeşitli raporlar da yayınlanıyor, özellikle Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığının 2018 yılına ait terör ya da terörizmle mücadele raporu bu anlamda bizim tepkimizi çekmeye devam ediyor. Dışişleri Bakanlığımız bu konuda bir açıklama yaptı yazılı olarak. Ama ben de özellikle Kabine’de yapılan toplantının da bir yansıması olarak bu hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Çünkü bu raporda PKK terör örgütü zikredilirken onun Suriye kolu olan YPG ve PYD’nin zikredilmemesi, aynı şekilde 15 Temmuz kanlı darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ terör örgütüne hiçbir atıf yapılmaması, terörle mücadele konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nin nasıl bir çifte standart içinde olduğunu göstermektedir. Bana dokunuyorsa terör kötüdür, küresel bir acildir sorundur yaklaşımı, bana dokunmuyorsa bu başka ülkelerin sorunudur bakış açısı kabul edilemez.

Daha da kötüsü, bu terör örgütünü, PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul ettikten sonra bunun Suriye kolunu desteklemek, finansa etmek, eğitmek, silahlandırmak, bu terör örgütüne destek vermek demektir, bunun başka bir adı yoktur. Terör örgütünün mensubu olan bir kişiyi bir savaş kahramanı gibi, demokratik meşruiyeti olan bir aktör gibi takdim etmek, bunun Washington’a davet edileceğini ifade etmek, terörle mücadeleye büyük katkı verdiğini ileri sürmek teröre gene destek vermekten başka bir şey değildir. FETÖ terör örgütüyle ilgili olarak da hiçbir cümlenin zikredilmemesi, başka raporlarda da Türkiye’de kovuşturmalara uğramış mağdur dini bir grup gibi takdim edilmesi de gene bu terör örgütünün kimlerin maşası olduğuna dair aslında bize çok açık seçik bir fikir vermektedir.

Türkiye bugün aynı anda üç terör örgütüne karşı; DEAŞ’a, PKK’ya ve onun çeşitli kollarına ve FETÖ’ye karşı mücadele eden tek NATO üyesi ülkedir. NATO Genel Sekreteri de bunu çeşitli vesilelerle ifade etmektedir. Bu tespitin yapılıyor olması memnuniyet vericidir. Fakat aynesi iştir kişinin, lafa bakılmaz; pratikte ne yapılıyor? Hem en fazla terör saldırısına uğrayan ülke Türkiye’dir diyeceksiniz hem de Türkiye’nin meşru ulusal çıkarları, güvenlik çıkarları söz konusu olduğunda bu konuda somut bir adım atmayacaksınız. Türkiye bu konuda bir adım attığında da Türkiye’yi işte sivillere saldırmakla, etnik demografik yapıyı değiştirmekle yahut azınlıklara yönelik saldırı yapmakla suçlayacaksınız. Bunun kabul edilebilir bir tarafı olmadığını özellikle ifade etmek istiyorum.

“MÜTTEFİKLERİMİZDEN TERÖRÜN HER TÜRÜNE KARŞI NET TAVIR ALMALARINI BEKLİYORUZ”

Terörle mücadele eden bir ülke olarak terörizmin nasıl insanların, toplumların canını yaktığını biz gayet iyi biliyoruz. Terörün tamamının her şeklinin ortadan kaldırılması için de küresel bir iş birliği içerisinde olmamız gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum.

Biz DEAŞ terör örgütüne karşı en etkin mücadeleyi vermiş bir ülkeyiz. Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesinde 3 binden fazla terörist DEAŞ’lıyı biz bertaraf ettik, etkisiz hâle getirdik. Binlerce DEAŞ’lıyı ya sınırda yakaladık, ya sınır dışı ettik, ya Türkiye’de yargıladık hapse attık, bunların bin küsur kadarı da Türkiye’de biliyorsunuz şu anda cezalarını çekiyorlar. Yakaladıklarımızı biz ülkelerine iade ettik. İki tane olayı hatırlayın: iade ettiğimiz kişiler o ülkeler tarafından serbest bırakıldı ve bir sonraki terör eylemine katıldılar. Şimdi bütün bunlar yaşanırken hâlâ Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı yahut PKK’yla mücadelesi DEAŞ’la mücadeleyi zaafa uğratıyor iddialarını ortaya atmak bu terör örgütüne kol kanat germekten başka bir şey değildir. Bu konuda biz müttefiklerimizden terörün her türüne karşı açık, net tavır almalarını bekliyoruz. Bu ister Amerika Birleşik Devletleri olsun, ister Avrupa Birliği olsun, ister başka ülkeler olsun. PKK’yı kağıt üzerinde terör örgütü olarak tanımlamak tek başına yetmez, pratikte ne yaptığınız önemlidir. Kağıt üzerinde terör örgütü olarak tanımladığınız bir yapının çeşitli kollarına siz başkentlerinizde izin vereceksiniz, her tür gösteri yapmasına göz yumacaksınız, para toplamasına izin vereceksiniz, her tür militan örgütlenmesini görmezden geleceksiniz, hatta bunların Suriye’deki mensuplarına silah, para desteği vereceksiniz, ondan sonra da ama biz PKK’yı terör örgütü olarak zaten tanıyoruz diyeceksiniz. Bunun kendi başına hiçbir anlamı yok. Pratikte somut adımlar görmek istiyoruz. Onlar bu adımları atsalar da atmasalar da biz Türkiye Cumhuriyeti olarak bu terör örgütünün her koluna, fraksiyonuna her rengine karşı mücadelemizi en kararlı bir şekilde sürdürmeye devam edeceğiz. Dolayısıyla Barış Pınarı Harekâtı çerçevesinde bu terör örgütünün sınırlarımızdan uzaklaştırılması bu mücadelenin bittiği yahut yavaşladığımız, duraklamadığımız anlamına gelmez, bunu açık ve net bir şekilde tekrar burada ifade etmek istiyorum. Bundan sonraki süreçte de dediğim gibi bu terör örgütleriyle mücadelemiz yoğun bir şekilde devam edecek.

“PKK ROMANTİZMİ ÜZERİNDEN, YPG ROMANTİZMİ ÜZERİNDEN TERÖRLE MÜCADELE YAPILAMAZ”

Özellikle yurt dışında yürütülen kara propaganda faaliyetlerine karşı da hem vatandaşlarımızın hem de sorumluluk sahibi yetkililerin daha büyük bir bilinçle ve sorumluluk içerisinde hareket etmelerini bekliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, istihbaratın verdiği bilgileri alıp değerlendirmek yerine, analizlerini, bakış açılarını, yorumlarını terör örgütünün sağladığı bilgiler çerçevesinde şekillendirmelerini kabul etmemiz asla mümkün değildir. Dediğim gibi bu terörist propagandaya sadece göz yummak yahut kulak kabartmak değil, bilakis onların propagandasını meşrulaştırmak anlamına gelir. PKK romantizmi üzerinden, YPG romantizmi üzerinden terörle mücadele yapılamaz, bunun altını bir kez daha açık ve net bir şekilde çizmek istiyorum.

Son olarak da Suriye bahsinde bildiğiniz gibi İdlib konusu da Türkiye’nin üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu olmaya devam ediyor. Burada Astana süreci çerçevesinde İdlib çatışmasızlık bölgesine yahut gerilimi azaltma bölgesinde sağladığımız mutabakat büyük oranda şu anda uygulanıyor. Bu statükonun muhafaza edilmesi konusunda da Ruslarla ve İranlılarla görüşmelerimiz de yoğun bir şekilde devam ediyor. Burada insani bir krizin yaşanmaması, yeni bir göç dalgasının olmaması için de sahada bütün imkânlarımızı aktif bir şekilde kullanmaya devam ediyoruz. Orada bildiğiniz gibi İdlib Mutabakatı’nın en önemli ayaklarından bir tanesi 12 tane askerî gözlem noktamızın oraya konuşlandırılmış olması. Ve bu askerlerimiz sayesinde İdlib’e sıkışmış 2,5-3 milyona yakın insan şu anda en azından görece olarak güvenli bir ortamda yaşamaktadırlar.

“SURİYELİLERE HER TÜRLÜ İNSANİ YARDIMI YAPMAYA DEVAM EDİYORUZ”

Sınırımızın hemen dibinde yüzlerce Suriyelinin olduğun biliyoruz Atme Kampı dâhil olmak üzere ve bunlara biz Türkiye’den her türlü insani yardımı da yapmaya devam ediyoruz. Fotoğrafa böyle baktığınız zaman, 3,6 milyon Suriyeli mülteciye Türkiye’de bakarken, Suriye tarafında da en az bunun kadar, hatta 4 milyondan fazla Suriyeli mülteciye insani yardın noktasında katkı sağladığımızı ifade etmeliyiz. Yani toplamda baktığınızda sorumluluk alıp insani noktada yardım götürdüğümüz Suriyeli sayısının çok daha fazla olduğunu hatırlatmak isterim.

Türk askeri PKK’ya karşı, YPG’ye karşı Barış Pınarı Harekâtı başlattığında ortalığı birbirine katanlar bilmelidirler ki, o Türk askeri sayesinde bugün İdlib’de nispi bir barış ve güven ortamı vardır. Bizim 12 tane askerî gözlem noktamız orada olmasaydı, bugün belki yepyeni bir insani krizle karşı karşıya bulunacaktık. Dolayısıyla İdlib’de askerimizin alkışlayanların Barış Pınarı Harekât bölgesinde, Tel Abyad’da, Rasulayn’da teröristlere vurduğu darbeyi bir insani kriz yahut DEAŞ’la mücadelede zaaf olarak takdim etmelerinin bir lafügüzaftan ibaret olduğu da burada özellikle ifade etmek isterim.”

Soru: Rusya ile varılan mutabakat çerçevesinde ilk müşterek harekât devriyesi gerçekleştirildi. Bu devriyenin sonuçlarında nelere ulaşıldı? YPG’nin özellikle bölgedeki varlığı konusunda ne gibi sonuçlar elde edildi çekilip çekilmediği konusunda? İkinci devriye için bir takvim belirlendi mi acaba?”

“SOÇİ ANLAŞMASI ÇERÇEVESİNDE İLK ORTAK DEVRİYE GERÇEKLEŞTİ”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bildiğiniz gibi 22 Ekim tarihli Soçi Anlaşması çerçevesinde Tel Abyad’ın doğusunda ilk, bu da ilk ortak devriye Şenyurt, Derbesiye bölgesinde 1 Kasım günü 12:02 ila 16:15 saatleri arasında gerçekleşti. Uzunluk olarak yaklaşık 87,5 kilometre, derinlik olarak 9-9,5 kilometre, genişlik olarak da 32,5 kilometrelik bir alanda dört kirpi, 26 personel ile askerlerimizin katılımıyla ilk ortak devriye gerçekleşti ve bu süreç içerisinde herhangi bir PYD-YPG paçavrasına rastlanmadı. Onların mevcudiyetine dair olumsuz bir tespit yapılmadı. Üç noktada tünel çalışması yapıldığı tespit edildi ve diğer teknik yönleriyle de bu ortak devriyenin başarılı bir şekilde gerçekleştiğini ifade edebilirim.

İkinci devriyenin de yarın yapılması planlanmakta, bununla ilgili askerî makamlarımız Rus mevkidaşlarıyla yakın temas içerisindeler. Diğer devriyelerin de aynı şekilde sahada bu terör örgütü unsurlarının tamamen çekildiğinin teyit edilmesini sağlayacak sonuçlarla tamamlanmasını arzu ediyoruz, bu yönde askerlerimizin temasları yakın bir şekilde devam ediyor.”

Soru: “Sayın Cumhurbaşkanının soru işaretleri var dediği ABD ziyaretiyle ilgili Trump bir açıklama yaptı, ziyareti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediğini söyledi. Siz Cuma günü Trump’ın bu ziyareti istediğini söylemiştiniz. O günden bugüne yeni bir gelişme mi oldu, Trump bu cümleleri kurdu? Bazı haber ajansları ziyaretin geri çevrilebileceğini yazdılar, bununla ilgili bir bilginiz var mı?”

“ABD ZİYARETİNİN OLUP-OLMAYACAĞINA DAİR DEĞERLENDİRMEMİZ DEVAM EDİYOR”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bu ziyaret Sayın Trump’ın daveti üzerine planlandı, bugüne kadar da bununla ilgili değişen bir şey yok. Zaten Sayın Trump bu daveti yaklaşık üç hafta kadar önce kendisi bizzat yaptı bir telefon görüşmesinde. Daha sonra biz mevkidaşlarımızla konuşarak tarihi belirledik. Sayın Cumhurbaşkanımızın bir ziyaret talebi söz konusu olmamıştır.

Ziyaretin olup-olmayacağına dair değerlendirmemiz de şu anda devam ediyor. Zira bu ziyaretten bizim amacımız Washington’a gitmiş olmak değil, tam tersine ülkemizin çıkarları doğrultusunda somut neticeler elde edebilmektir. Yani savunma sanayinden terörle mücadeleye, Suriye’deki gelişmelerden ikili ticaret hacminin arttırılmasına kadar tabi ki Amerika Birleşik Devletleri ile yürüttüğümüz birçok konu var, bunlarla ilgili somut adımların atılması, neticelerin elde edilmesi bizim birinci önceliğimizdir, ziyaretin sebebi de, amacı da budur. Eğer bu hedefe ulaşabileceğimize dair tereddütlerimiz izale olmazsa bu ziyaretin gerçekleşmemesi de mümkündür. Ama bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız değerlendirmelerini hâla yapıyorlar, nihai olarak kararını birkaç gün içerisinde belki vereceklerdir.

Ama özellikle şunun altını tekrar çizmek isterim: Bu ziyaret talebi bizden gelmemiştir, Sayın Cumhurbaşkanımızın böyle bir talebi olmamıştır. Sayın Trump’ın daveti üzerine planlanmış bir ziyarettir, ama olup-olmayacağına dair değerlendirmelerimiz de şu aşamada devam etmektedir.”

Soru: “Adalet Bakanlığı’nın yargı paketiyle ilgili bir sunum yaptığını söylemiştiniz. O sunumda MHP’nin de bir af paketi vardı AK Parti ile çalışma içerisinde. Bu noktadan itibaren bu AK Partinin 40 bin tahliye, MHP’nin paketinde 93 bin tahliye söz konusu. Bu MHP’nin paketi sunumda da yer aldı efendim, bunu öğrenmek istiyorum? Emeklilikte yaşa takılanlar, bu konu da duruyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu konunun çözülmesi konusunda talimat da vermişti.  Bu çalışma hangi aşamada?”

“3600 EK GÖSTERGEYLE İLGİLİ ÇALIŞMA SÜRÜYOR”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bahsettiğiniz af konusu bugün gündeme gelmedi, Sayın Adalet Bakanımızın yaptığı sunumda bu konu yoktu bugün. Başka bir bağlamda bunu belki Meclis çatısı altında değerlendirebilirler, ama bugünkü sunumlarında yoktu. Dediğim gibi, bugün daha ziyaret hukuk davalarının hızlandırılmasıyla ilgili atılabilecek adımlar ve vatandaşın bu süreçte daha etkin, daha kısa süreli netice almasını sağlayacak düzenlemeler öncelikle gündemdeydi.

Emeklilikte yaşa takılanlar meselesi de bugün gündeme gelmedi, ama Çalışma Bakanlığımızın bildiğiniz gibi 3600 ek göstergeyle ilgili bir çalışması var, o devam ediyor, ama bugün o konu da gündeme gelmedi.“

Soru: “Eski Başbakan Yardımcısı ve hâlen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Sayın Bülent Arınç’ın son birkaç gündür yaptığı açıklamalar gündemde. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kanun hükmünde kararnameyle görevden atılanlar ve ayrılmak zorunda bırakanlar için KHK bir faciadır açıklamasında bulundu. Sayın Arınç’ın bu açıklamaları Cumhurbaşkanlığının görüşlerini yansıtmakta mıdır, yansıtmamakta mıdır?

Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu, 1921 Anayasasını temel alan bir anayasa değişikliğine de ihtiyaç var dedi. Açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?”

“KHK’LARLA İLGİLİ ALINAN KARARLARIN YARGI YOLUNA GÖTÜRÜLMESİNE İLİŞKİN MEKANİZMALAR İŞLEMEKTEDİR”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın:  “Öncelikle Bülent Beyin açıklamaları kendi şahsi görüşleridir, Yüksek İstişare Kurulu adına yapılmış bir açıklama değildir.

Tabi KHK’lar 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir tercih değil, bir zorunluluk hâline gelmiş bir uygulamadır, o günün olağanüstü şartları altında, içerisinde hayata geçirilmiş bir uygulamadır. Zira siz böyle bir terör örgütünün böyle bir saldırısıyla karşı karşıya kaldığınızda, binlerce militanıyla devletin her yerin sızmış bir örgüte karşı mücadele etmek durumunda kaldığınızda siz de olağanüstü tedbirler almak zorundasınız. Zaten kanun hükmünde kararnamelerin temel mantığı da budur, normal şartlar altında bunlar normal yasal prosedürlerle yapılır; bir kere bunun altını çizmemiz lazım. Yani KHK’lar durup dururken gündeme alınmış bir şey değildir. O gece yaşadıklarımızı, ondan önce ve sonra yaşadıklarımızı hepimiz biliyoruz. O gece Cumhurbaşkanımız ve ailesini dahi öldürmeye kasıt niyetiyle yola çıkanların hamdolsun milletimizin direnişiyle, Cumhurbaşkanımızın dirayetli liderliğiyle oyunlarının boşa çıkartıldığını, planlarının başlarına geçirildiğini hep birlikte gördük. Olayı orada bırakmak devlet açısında da millet açısından da büyük bir zaaf olurdu. Zira 251 insanımızı şehit eden, bin 193 insanımızı gazi bırakan, sakat bırakan, yaralan bir terör örgütüne karşı hiçbir şey yapmayalım, elbette hiçbir devlet diyemezdi. O günün o şartları içerisinde de bu tedbirler uygulanmıştır.

Süreç içerisinde KHK’nın aldığı kararlar çerçevesinde görevinden uzaklaştırılan yahut mağdur olanlar varsa bununla ilgili de mekanizmalar kurulmuştur, oralara da binlerce başvuru yapılmıştır, bunların da çok önemli bir kısmı neticelendirilmiştir, görevlerine iade edilenler olmuştur, edilmeyenler olmuştur. Burada her bir vakanın nevi şahsına münhasır olduğunu da akılda tutmak gerekir. Şimdi böyle bir genelleme yaptığınızda, bir faciadır dediğinizde, 15 Temmuz darbe girişimi faciasını adeta gölgeleyen bir tutum sergiler gibi algılanırsanız doğal olarak. Bunun yerine, KHK’larla ilgili alınan kararların hukuk zemini çerçevesinde yargı yoluna götürülmesi, başvuru yapılması yönünde neler yapılabilir, bunlar üzerinde durulmuştur ve bununla ilgili mekanizmalar da zaten kurulmuştur, bu mekanizmalar da işlemektedir. Dolayısıyla bunu böyle bir külli hükümle zemmetmeye çalışmak doğru bir yaklaşım değildir, kendi şahsi görüşleridir dediğim gibi.

Sayın Karamollaoğlu’nun açıklaması… Öncelikle tabi hayırlı olsun, tekrar partisinin genel başkanı seçilmesinden dolayı tebrik ediyoruz.

Toplumsal bir sözleşme imzalayalım açıklaması, eğer kendi siyasi gündeminin ötesine geçebilecek derinlikte, mahiyette bir açıklama ise, o zaman şunu belki hatırlatmak lazım: Sayın Cumhurbaşkanımız çeşitli vesilelerle Türkiye ortak paydası üzerinde zaten durmaktadır ve bunu da AK Parti’nin işte 17 yıllık iktidar süreci içerisinde azami ölçüde de hayata geçirmiş bir liderdir. Bu süreç içerisinde tabi ki pek çok siyasi değerlendirmeler yapılmıştır, farklı kavramlar üretilmiştir. Ama sürekliliği olan ve Türkiye’yi her gün bir adım ileriye taşıyan siyasi hareketin adresi de bellidir, siyasi liderin ismi, kimliği de bellidir. Türkiye ortak paydası çerçevesinde yürütülen bu çalışmaların en önemli sonuçlarından bir tanesi de, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi olmuştur ve milletimiz buna yüzde 50’den fazla destek vermek suretiyle de hayata geçirmiştir. Dahası, Sayın Cumhurbaşkanımız kendi siyasi hayatında çok önemli bir karar almış, 50+1’i çıta olarak koymuştur. Yani parlamenter sistemde çok daha az, yüzde 30-35-40-42-43 gibi oy oranıyla tek başına iktidar olmak varken, 50+1 gibi yeni bir çıta koymuştur, yeni bir hedef koymuştur.

İttifaklar dönemi işte kapansın veya işte ihtilaflar değil ittifaklar üzerinden gidelim gibi ifadeler de kullanılıyor, bunun da yolu açıktır. Yani işte diğer siyasi partiler de bir ittifak kurmuştur, demokratik kurullar çerçevesinde insanların, siyasi partilerin, vatandaşın, seçmenin farklı tercihler yapmasının önünü açacak yollar da mevcuttur. Dolayısıyla burada Türkiye ortak paydası çerçevesinde millî ve yerli bir bakış açısıyla, ama dünyada da kendimizi kapatmadan, tarihî, kültürel mirasımızı dünyanın bugünkü kazanımlarıyla mezcederek bir perspektif geliştirmek zaten mümkündür, bu da büyük oranda hayata geçirilmektedir.”

Soru: “Sayın Cumhurbaşkanı üç gün önce Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres’i kabul etti. O görüşmede bu güvenli bölgeye ilişkin olarak uluslararası donörler toplantısı gündeme geldi mi acaba?”

“ULUSLARARASI TOPLUM MÜLTECİLER KONUSUNDA SINIFTA KALMIŞTIR”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Guterres’le yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi, zira külfet paylaşımı noktasında hem Birleşmiş Milletler’in hem de uluslararası aktörlerin devreye girmesi bizim açımızdan da önem arz ediyor. Başta da söylediğim gibi bu konu sadece Türkiye’nin meselesi değil. Sayın Guterres’le özellikle bu külfet paylaşımı ve mültecilerin geri dönüşüyle uluslararası toplumun sorumluluk alması konusunda son derece pozitif bir tutum, yaklaşım sergiledi ve bu konuda çalışmalara destek vereceğini de ifade etti. Şu anda BM Mülteciler Yüksek Komiseri’yle de Dışişleri Bakanımızın bir görüşmesi olacak, daha önce Dışişleri Bakan Yardımcımız görüşmüştü. Dolayısıyla bu süreci BM çatısı altında nasıl ilerleteceğimize dair detaylı çalışmalar şu anda yapılıyor.

Ben tekrar bu vesileyle şu hususun altını çizmek istiyorum: Türkiye bugüne kadar hiç kimseyi kapıya koymamıştır, tam tersine biz açık kapı politikasıyla, ki bu Cumhurbaşkanımızın resen kendi siyasi iradesi ve vicdanıyla ortaya koyduğu çok önemli insani bir politikadır. Biz geçtiğimiz işte 6-7-8 yıl içerisinde Suriye’den binlerce insanın hayatını bu politika sayesinde kurtardık. Türkiye’de bulunmaları zaman zaman tartışma konusu oluyor, ama bu insanların cehennem ateşinden kaçarak bu topraklara geldiğini akıldan çıkartmayalım. Bu sayede insanlara biz kapılarımızı, gönüllerimizi açtık ve hamdolsun bu insanlar en azından can ve mal güvenlikleri sağlanan bir yerde hayatlarını idame ettiriyorlar. Elbette eninde sonunda ülkelerine döneceklerdir, bunun şartlarını oluşturmak için şu anda da çalışmamız devam ediyor, ama bunun güvenli, gönüllü ve insan onuruna yakışır bir şekilde gerçekleşmesi için de biz çalışmalarımızı yoğun bir şekilde devam ettireceğiz.

Uluslararası toplum bu konuda defalarca sınıfta kaldı. Biz tekrar çağrı yapıyoruz, bu insanlara sırtlarını dönmesinler, bunlar en az bir Avrupalı kadar, bir Amerikalı kadar insan onuruna layık, özgürlük, barış, huzur ve refah içerisinde yaşamayı hak eden insanlardır. Bunların hayatlarına katkı sağlayacak bir zeminin oluşması, şartların oluşması için sorumluluk herkestedir. Bu hem siyasi bir sorumluluktur, hem ahlaki bir sorumluluktur, hem de insani bir mesuliyettir. Bu mesuliyetten kaçmamaları kendi insanlıkları açısından bir zarurettir.”



seers cmp badge